“ÇAY DERESİNİN TOZLU YOLLARI” 20.BÖLÜM//
“Sayılı günler çabuk geçer” derlermiş. Mayıs ayı yaklaştıkça, sanki sene sonunun geldiğini hissediyorduk. Evlerimizde oturamaz olmuştuk. Öğretmenlerimiz ders işlemese de boş zamanımızı geçirmek için gruplar halinde yine de okul bahçesinde toplanıyorduk. Okulumuzun bahçesi futbol oynamaya çok elverişli olduğundan, en büyük tutkumuz yine futboldu. Sınıfımızın futbol takımı, çevrede öyle bir nam salmıştı ki, iki güne bir yaptığımız maçlar hep zaferlerimizle sonuçlanıyordu. Takım sürekli birlikte oynamaktan öyle tecrübeler kazanmıştı ki, sanki yenilmez bir armada olmuştu. Kaptanımız Yusuf(TUĞLU), gerçekten müthiş oynuyordu. Orta sahada onu izlemek, seyredenlere ayrı bir keyif veriyordu. Top ayağına öyle yakışıyordu ki… Takımı bir maestro gibi yönetiyordu. Kalede Erdoğan (GÜLBİTEN), defansta Mehmet (BİLİR), orta sahada Tatar Ahmet, İbrahim(SAYIN), Çınar(DURMAZ), Vedat(CELÂL ALP), forvette de Ben harikalar yaratıyorduk. İlçede öyle beğeni kazanmıştık ki, bazı futbolseverler yapacağımız maçların yeri ve saatini önceden öğrenirler, gelip, izlerlerdi. Bu kişilerden biri de ilkokul öğretmeni Remzi AKSOY’du. Remzi öğretmen, futbol aşığı bir insandı. Saha kenarında arkadaşlarıyla yerini alır, sürekli oyunculara taktik vermeye çalışırdı.”ALLAH’IN KARA TRENİ, ALLAH’IN MARŞANDİZİ, ALLAH’IN IHISI…EVLADIM O TOPA ÖYLE Mİ VURULUR…”diye bağırışlarını, yaptığı esprileri unutmak mümkün mü?
Hemen hemen bütün derslerde sınavlar tamamlanmış, ortalamalar verilmişti. Mezuniyete hazırdık. Fransızca hariç, notlarımız oldukça iyiydi. Fen şubesi olarak alan derslerimizde çok iyi sonuçlar almıştık. Yabancı dil dersinde İngilizce dersini izleyen arkadaşların hepsi, öğretmenleri Din dersi öğretmenimiz Mehmet Topçu’nun hoşgörüsü sayesinde başarılı oldular. Hulusi Bey, bize kafayı taktığı için, yarıdan fazla arkadaş bütünlemeye kalacaktık. Söylediğine göre de Ben ve Yusuf, ağzımızla kuş tutsak, sınıfı geçemeyecektik.
Sanki son cuma günümüzmüş gibi, bayrak töreni için bahçede toplanmıştık. Okul Müdürü Selahattin ERDEM, bir konuşma yaparak, son sınıflara teşekkür etti ve bundan sonraki yaşamlarında başarılar diledi. Üniversite sınavına daha iyi hazırlanmamız açısından izin verdiklerini, bundan sonra okula gelmeyeceğimizi söyledi. Bir anda herkes, ellerimizde ne var ne yok yukarı fırlatıp, hep bir ağızdan çığlık atmıştık. Ortalık bir anda defter ve kitaplarla kaplanmıştı.Bir yandan da okul müdürümüzü alkışlıyorduk.
Tören sonunda Hulusi Bey’i buldum ve “Fransızcadan ne durumdayız hocam. Ne yapacağız?”diye sordum. “Kalıyorsunuz ne olacak, sormana gerek mi var”diye yanıt verdi. “Hocam derste birşey görmedik. Bu nedenle bir şey bilmiyoruz. Sınavda da kalırız. Bize kurs verin…”dedim. Hulusi Bey”Ne kursu, o nerden çıktı?”dedi… “Hocam, biz senin eve geliriz. Sen de evde bize özel ders verirsin. Biz de sınıf geçmek için ona göre hazırlanırız. Ücreti neyse de öderiz…”dedim. Hulusi Bey, durdu, geriye döndü, bana seslenerek: “Peki kurs veririm. Git arkadaşlarınla görüş, ben ara kahvedeyim, gelir, bana sonucu söylersin. Saat ücreti kişi başı 5 lira alırım. 10 saat çalışırız. Öğrenci başı 50 lira ödeyeceksiniz…”dedi. “Tamam hocam, görüşeyim, gelir size haber veririm…”dedim. Gittim, arkadaşlarla görüştüm. 12 arkadaş da kabul etti. Kendilerine meydanda beni beklemelerini, öğretmenle görüşüp geleceğimi söyledim. Ara kahveye gittim, hocam okey oynuyordu, çağırdım, geldi. “Tamam hocam, 12 arkadaş kabul etti. Ne zaman, nerede başlıyoruz?”dedim. “Çarşamba ve cuma günleri saat 12.00’de benim eve gelirsiniz. Günde 1 saat çalışırız, 5 haftada da bitiririz…”dedi. “Tamam hocam, çarşamba günü görüşürüz…”dedim ve arkadaşların yanına dönüp, anlattım. Çarşamba günü saat 11.30’da meydanda buluşmak üzere ayrıldık. Bu özel kurs olayı Emirdağ’da ilk kez olacaktı.
Yusuf’a,”Ne yapacağız?”diye sorduğumda,”Gideceğiz, başka yolu yok…”dedi. “Gidelim ama bu bu adamdan yaptıklarının acısını nasıl çıkaracağız… dedim.” Hele bir başlayalım, bakarız sonra duruma…”dedi. Ben rahat değildim. Hulusi Beye mutlaka bir sıkıntı vermeliydim. 2 yıl haksız yere burnumuzdan getirmişti…
Çarşamba günü alanda toplanıp, Hulusi Bey’in evine yöneldik. Eve ilk kez gidileceği için, bugünlük birlikte hareket edelim dedik. Diğer çalışmalara herkes kendisi gelecekti. Hulusi Bey, avlu kapısında bizi karşıladı. Avlu içinde, tek katlı bir evden içeri girdik. Evin sofrası genişti. Oturacağımız yerler hazırlanmıştı. Aramızda bulunan kız arkadaşımız çay servisi yapıyor, ikramları sunuyordu. Hulusi Bey, bir ara bize şeker tuttu. Şekerliğin yanında da SAMSUN sigarası vardı. Bu sigarayı o zamanlar piyasada bulmak zordu. Samsun, bizlerin “KIRMIZI UÇLU” sigaralarını verdiğimiz, en beğendiğimiz sigaraydı. Arkadaşlar şekerden alıyor, sigaraya dokunmuyordu. Sıra bana gelince “Hocam, ben şu paketi alayım, bunlar utanıyorlar, içecekleri falan da yok. Teşekkür ederim, ben şeker almayayım…”dedim. Hulusi Bey, gülerek,”Vay uyanık şinik kafa vayyyy…”diye gülerek bana yanıt verdi. Ben hemen paketi açtım, bir sigara yaktım. Baktım, herkes bana bakıyor, sanki iç geçiriyorlardı.”Hocam, arkadaşların sizden bir ricası var galiba”dedim. Hulusi Bey “Söylesinler…”dedi . “Hocam, galiba, ben içince bunlar da aşka geldi, sigara istiyorlar…”dedim. Hulusi Bey “Ver, onlar da içsin. Çocuklar serbestsiniz, burda yasak yok…”dedi. “Hocam, o paket benim artık, veremem, kusura bakmayın. Siz yeni bir paket açın onlara…”dedim. Hulusi Bey, homurdanarak gitti, odadan bir paket sigara getirip, arkadaşlara ikram etti. Bir anda çoğu arkadaş sigara içmeye başladılar…
“Hocam, biz derste zaten bir şey görmedik. O nedenle çoğu şeyi de bilmiyoruz. Siz ders anlatmayı bırakın. Anlatsanız da nasıl olsa anlamayacağız. Biz birkaç gün gelelim, anne babamıza birşey demeyiz. Kurs görüyormuş gibi oturur, muhabbet eder, sonra gideriz. Sınavda da siz idare edersiniz…”dedim. Hulusi Bey, hiç itiraz etmedi,”Olur, bence de öyle yapalım…”dedi. Çaylarınızı içip, pastaları yedik, sigaralarımızı keyifle tellendirdik. İzin isteyip, kalktık. Ben ortalıkta duran yarım kalmış 2.paketi de aldım, cebime koydum. O gün akşama kadar Kömbe Turan’ın kahvesinde bizimkilerin atasında en havalı kişi bendim. Çünkü cebimde KIRMIZI UÇLU SAMSUN sigarası vardı. Bu büyük bir zenginlikti…
Öğretmenin evine kursa bir kez daha gittik. Başka gitmeyecektik. Ama ödemeler 10 saat üzerinden yapılacaktı. Öğretmen benden, ” kurs paralarını toplayarak, yarın kahveye getir”dedi. Arkadaşlardan hazırlıklı gelenler hemen çıkarıp, ödemelerini yaptılar. Sadece Yusuf ve ben kalmıştık.Ben de babamın emekli olduğunu, ay başında maaş alacağını, o zaman ödeyeceğimizi söyledim. Hulusi Bey kabul etmişti.
Karneler dağıtıldı, ilk gençlik yıllarımızın en güzel günlerini içeren lise öğrenciliğimiz noktalanmıştı. Fransızca bütünleme sınavına girişimizin bile heyecanını yaşayamamıştık. Hiç unutmam, sınav için sınıfa girmiş, öğretmenin gösterdiği parçaya göz gezdirmek için kenara oturmuştum. Sıra bana gelince, komisyon üyelerinin karşısına oturdum. Hulusi Bey, soruyu soruyor, daha ağzımdan bir şey çıkmadan,”Sen bunu bilirsin…”deyip, başka bir soruya geçiyordu. Sonunda sınav bitmiş, salondan çıkmıştım. Bahçeye çıkınca elimdeki Fransızca kitabını yakmaya başladım. Sınav bitmiş, Hulusi Beye sonucu sormuştum. Hulusi Bey” 7 ortalamayla geçtin, gözün aydın şinik kafa…”dedi. Mezun olmuştum. Öğretmene teşekkür ederek okuldan ayrıldım. Artık mezun bir öğrenciydim. Ama kurs ücretini öğretmene vermeyecektim. Yusuf’a da vermemesi gerektiğini söyledim. ARADAN YILLAR GEÇTİ…ENSTİTÜLÜ YILLAR…BİTTİKTEN SONRA ÖĞRETMENLİĞE BAŞLADIĞIM YILLAR…HULUSİ BEY, BENİ NERDE GÖRSE O KURS PARASINI İSTEDİ AMA BEN HİÇ ÖDEME YANLISI OLMADIM…
Nusret Özkan / Öykü / Yazı / Hayat Kesiti